19 Kasım 2007 Pazartesi

ÇOCUK KİTABI YAZMAK

http://www.cpsa.org/PUBLICATIONS/Books-Members/CPSA.Publications.html

Herkes çocuk kitabı yazıyor bu ülkede. Başta çocuğunu büyütme çabasındaki annelerle, yüzlerce öğrenci okutan çilekeş öğretmenlerimiz olmak üzere, canı sıkılan ve kendine uğraş arayan ev kadınlarımız, emeklilerimiz; herkes bir biçimde 'çocuk kitabı' yazabildiğine inanıyor. Biz, çocukları seven bir milletiz. Hem zaten 'daha çocuk' olduklarından onlar için fazladan bir şeyler yapmak, ayrıca bilmek, okumak, araştırmak, onlar için farklı açılardan kafa yormak gereksizdir. Onlardan ya evde vardır, 'gayet iyi tanıyoruzdur' ya da çevremiz onlarla doludur, yani 'birçoğu elimizden geçmiştir!' Kısacası, çocukları ve gereksinimlerini 'bilmek' her durumda kolaydır. Hele kitapları da önemsiyorsak, tamamdır. Elbette çocuklar da çok okumalıdır. Böylece, gerçek anlamda edebiyat okuru olmayan, bırakalım edebiyatı, kitap okuru bile olmayan insanlar oturup çocuklar için bir şeyler yazarlar. Biraz orman, biraz kar, biraz kuş, börtü böcek; biraz nine, dede, kardeş, elbette ana, baba; eh arkadaşlar da unutulmamalı; araya birkaç okul anısı, yoksulluk esintisi, en kullanılmışından cinler, periler, devler, ne idüğü belirsiz fantastik yaratıklar da koyduk mu, 'mükemmel' çocuk öyküleri çıkıverir ortaya... İçlerinden bazıları daha da ileri giderler ve yazdıkları 'mükemmel' öykülerini estetikten, yetenekten nasibini almamış son derece ilkel çizgilerle desenlemeye girişirler. Artık sıra, ortaya çıkan bu 'mükemmel' çocuk kitabı dosyalarını yayımlatmaya gelmiştir. İşte bu noktada başımızı öbür yana çevirip, yayınevlerine bakmak doğru olacak. Yığınla niteliksiz dosya Son yıllarda yayınevlerimiz, yayıncılığın bütün dünyada gelişen en yeni uzmanlık dalını pek sevdiler. Yeni pazarın kokusunu alan her yayınevi, birdenbire çocuk kitapları yayımlamaya başladı. Kimse yetişkin kitapları yayıncılığıyla çocuk kitabı yayıncılığı arasındaki etik farklılıklara, yaş aralıklarının türlü gereksinimlerine, sonsuzca uzayıp giden kıstaslar sarmalına, yığınla soruna ve bunların acil çözümlerine, çocuk okurun değişken profiline, malzeme ve biçim ilişkisine, daha da dertli bir tabloya neden olan dağıtımına, kitapçıdaki talihsiz duruşuna, taşrayla büyük kent arasındaki değişken dinamiklere, tüketilen temalara ve daha nice temel konuya kafa yormuyor. Çoğu yukarda özetlediğim gibi hazırlanan, hiçbir değeri olmayan yığınla niteliksiz dosya işte böyle basıldı. Hâlâ da basılıyor... Eğer ortaya konan ürün bir kitapsa, edebiyat, estetik, biçim yetkinliği gibi kendine özgü verilerini de, ticari duruşu ve tanıtımı gibi pazarlama verilerini de ele alırken, yetişkin kitabı, çocuk kitabı diye bir ayrım söz konusu olamaz. Hatta, editörlük bu alanda daha da önem kazanır. Yetişkin kitaplarının editörü hazırladığı ürünü, yetişkin okurun 'büyümüş, deneyim kazanmış' eleştirel gözüne sunar. Oysa, çocuk kitabı hazırlayan bir editörün işi bu anlamda çok zordur. Çünkü o diğer meslektaşının tam tersine, okuru adına büyük bir sorumluluk üstlenir. Onun yayıma hazırlayacağı kitap, okurunu ya başka kitapları da okumaya yüreklendirecektir ya da eline kitap almamak noktasındaki ısrarını haklı çıkaracaktır. Yazdığı ve yayımladığı çocuk kitaplarıyla çocuklarına zarar veren kaç ülke vardır? Artık, yazan da yayımlayan da çocukların eline tutuşturduğu her niteliksiz kitabın, günün birinde onları okumaktan büsbütün soğutacağını, yani gelecekteki okur kitlesini kendi elleriyle baltaladığını fark etmelidir. Yayıncılığımızın parlayan bu yeni dalı bir an önce, gerek evrensel gerek kendine özgü kıstaslarının farkına varmaz, onları tek tek sorgulamaz, tartışmaz ve geliştiremezse, yarının okuru olmasını beklediğimiz çocuklarımızı uğratacağımız hasar tahmin edemeyeceğimiz kadar ağır olacak. Yayınevlerinin sorumluluğu çok büyük. Yayınevleri kendilerine gelen niteliksiz dosyaları üstten cilalamakla yetinip yayın programına aldıkça, büyük çoğunluk da aklına estiği gibi yazdığı her şeyin kitap olabileceğini sanmaya devam edecek. Ancak, bu kitapları yaratanlar ve üretenler kadar üretim süreci de, çok farklı, çeşitli ve ilginç dinamiklerle çalışmak, işlemek zorunda. Kısacası, çocuk kitapları söz konusu olduğunda, edebiyat ve yayıncılık kıstaslarının hafiflemediğini, yaygın kanının tam tersine daha da ağırlaştığını anlamak ve buna göre yapılanarak üretmek zorunda olduğumuzu anlamanın çoktan zamanı geldi. Çocuk kitapları yapmak da yayımlamak da, yetişkinler için kitap yapmaya benzemiyor; çok daha zor bir iş bu. Çünkü, bu kitapların hedef kitlesi çocuktur. Çünkü her çocuk çok sevdiğimiz, ama hiç bilmediğimizdir. Çünkü her çocuk insanın derin duygularıyla, berrak algılama gücüyle, su katılmamış zekâsıyla dünyalı olmayı henüz öğrenen yeni birer bireydir. Sırf bu yüzden, yaşamayı, düşünmeyi, süzgeçten geçirmeyi öğrenmiş (ya da öğrendiğini sanan) yetişkinlerden çok daha ince, ayrıntılı, hassas, dengeli ve yetkin davranılmayı; basit ve sığ kitaplar yerine, okuyup/dinleyip anlayabildiği mükemmel ve derin kitapları hak eder. İşte bütün bunlardan ötürü, okuyucunun alıcı olamadığı yayıncılığımızın bu tek kulvarı, hızla, sağlam ve kararlı adımlarla ilerlemek zorunda. MİNE SOYSAL: Günışığı Kitaplığı Yayın Yönetmeni, Yazar Radikal Gazetesi Kitap Eki


http://www.dinlence.com/modules.php?name=Forums&file=viewtopic&t=494&view=previous

http://www.vitrindekikitaplar.com/ck32.htm

Günümüz çocuklarının farklılaşan dünyasına, gerçekçi ve yalın bir dille anlattığı kitaplarıyla yaklaşan, yaşamın içine gizlenmiş "gerçek" fantezilerin genç yazarı Yeşim Armutak'la son kitabı Bataklığın Kıyısındaki Ev'in yayımlanmasının ardından gerçekleştirilen söyleşi, Akşam Gazetesi Kitap Eki'nin 9 Nisan 2007 tarihli 18. sayısında yayımlandı.
"Çocukların hayran olduğum bir yönleri var: Şaşırabilmeleri. Yetişkinlerin hemen hepsi o güzel tadı kaybetmiştir. Benim için büyüleyici olan bu duyguyu birilerine yaşatabilme fırsatını da çocuk kitapları yazarak buluyorum."Çocuklar için yazmayı seçtiniz. Özellikle de çocukların çok sevdikleri maceralarla, gizemlerle örülmüş eserler veriyorsunuz. Bize biraz kendinizden, yazarlığınızdan ve neden bu alanda yazmayı tercih ettiğinizden söz edebilir misiniz? Yeşim Armutak: Kendimi özetleyen küçük bir liste yaparak başlayabilirim belki: Kitaplar ve filmlerden vazgeçemeyen bir çikolata delisi; kukla, eski oyuncak ve teneke kutuların iflah olmaz koleksiyoncusu; kızına âşık bir anne ve aynı zamanda kızına, "Keşke sen benim annem olsaydın," diyen bir çocuk. Bu listede yer alan her unsurun, yazarlığımın yapıtaşları ya da yolumun yönünü belirleyen işaretler olduğuna inanıyorum. Asıl mesleğim, veteriner hekimlik. Ancak, hayvanları çok sevsem de, klinik çalışmayı hiç düşünmedim. Mezuniyet sonrası yolum bir şekilde eczacılık fakültesine düştü. Orada asistan olarak görev yaparken, bir yandan da doktora çalışmalarımı sürdürdüm. Tüm bunların yanında, yazıyla yıllardır süren, kimsenin bilmediği platonik bir ilişkim vardı. Hiçbir dergiye göndermediğim sayısız şiir yazmıştım. Sonunda eşimin ısrarıyla, Varlık dergisinin düzenlediği "Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri" yarışmasına katıldım. "Dikkate Değer Şiir" ödülünü kazanınca, dergilerin kapıları aralandı ve şiirlerimle düzyazılarım yayımlanmaya başladı. Bu arada okumaktan en çok keyif aldığım kitap türü değişmemişti: Çocuk ve gençlik romanları. Kendimi tanıma sürecinde en büyük keşfim bu oldu: Ben çocuk kitapları yazmak istiyordum. Onların önyargılarla sınırlanmamış, her türlü olasılığa açık dünyası çok rahatlatıcı ve gerçekti. Yetişkinlerin bazıları buna "yararsız hayalcilik" diyebilir. Ben de, bu yetişkinlerin hiçbir teknolojik cihazdan ve bilimin sağladığı kolaylıktan yararlanmaması gerektiğini söylerim. Çünkü tüm bu teknolojik ilerlemenin temelinde sınırlanmamış düşünce ve düş gücü vardır. Bu açıdan bakıldığında, Jules Verne de büyük bir bilim adamı değil midir? Bunun dışında, çocukların hayran olduğum bir yönleri daha var: Şaşırabilmeleri. Yetişkinlerin hemen hepsi o güzel tadı kaybetmiştir. Benim için büyüleyici olan bu duyguyu birilerine yaşatabilme fırsatını da çocuk kitapları yazarak buluyorum. İlk kitabınız "Hayaletli Gölün Çocukları"nın ardından ikinci kitabınız "Mızıkacı" yayımlandı. Şimdi de yeni bir kitabınızla tekrar okurlarınızla buluşuyorsunuz. "Bataklığın Kıyısındaki Ev" de yine macera dozu yüksek, sürükleyici bir roman. Biraz yeni kitabınızdan söz eder misiniz? YA: Bana en zor gelen soru budur. Eğer bir okuyucu olarak herhangi bir kitaptan söz etmemi isterseniz, saatlerce konuşabilirim. Ama kendi kitabım için o kadar rahat olamıyorum. Yalnızca şunu söyleyebilirim: "Bataklığın Kıyısındaki Ev"deki her karakterle gerçekten tanışabilmeyi, onlarla birlikte zaman geçirmeyi isterdim. Elbette, o serüvenin içinde olmayı da... Kitaplarınızda kız ya da erkek kahramanlar arasında özel bir ayrımınız yok, anladığım kadarıyla. Özellikle de çocuklar arasındaki arkadaşlığa çok güvendiğiniz görülüyor. Bunun için mi kitaplarınızda özellikle arkadaşlığı işliyorsunuz? YA: Ben kız ya da erkeğe değil, insana inanıyorum. Arkadaşlarımızla paylaşımlarımızı cinsiyetin değil, karakterin ve dünyaya bakışın belirlediğini düşünüyorum. Arkadaşlık dünyada en çok güvendiğim kurum. Seçtiğimiz ve emek verdiğimiz bu insanlarla bağımız, dünyadaki en sağlam dayanağımız bence. Yazarken karakterlerinizi nasıl geliştiriyorsunuz? Karekterlerinizle ilişkileriniz nasıl? YA: Yazacağım konuya göre, karakterler sanki sisin içinden çıkıp geliyorlarmışçasına usulca belirmeye başlıyorlar. Ardından onları daha net görmeye, küçük ayrıntıları fark etmeye başlıyorum. Bir kez ortaya çıktıklarında, kendi kendilerini yönlendiriyorlar zaten. Karakterlerle ilişkime gelince, onları seviyorum ve inanıyorum. Kitabınız okurla buluşmadan önce yayınevinde uzun ve ayrıntılı bir süreçten geçiyor. Bu kitabınızın editörü de, diğer kitaplarınızdaki gibi, Müren Beykan'dı. Nasıl çalışıyorsunuz? Bir çocuk romanını yayına hazırlamak nasıl bir süreç? Neler oluyor, bize biraz anlatır mısınız? YA: Çok şanslıyım ki, üç kitabımda da Müren Beykan'la çalıştım. Editör, yalnızca noktalama işaretlerini düzelten kişi değildir. Yaşamaya başlayabilmesi için, kitabın kalbine ilk sinyali gönderen ve ilk atışını yapmasını sağlayan kişidir. Ne yazık ki, ülkemizde bu işin ciddiyetini kavramış ve gerçek anlamıyla yapılmasını sağlayan yayınevi yok denecek kadar az. Müren Hanım tam da söylediğim gibi bir editör: Bir yaşam verici. Metin üstüne çok düşünür, sıkılmaz, bıkmaz, titizdir ve en önemlisi, size yepyeni açılımlar sunabilir. Bazen, üstünde tekrar düşünmem için işaretlediği yerleri okurken kahkahaya boğuluyorum. Aslında çok azaplı bir süreci esprilerle yumuşatarak kolaylaştırıyor, keyifli bir şekle sokuyor. Metnin kitaba dönüşümü oldukça zorlu bir süreçtir. Öncelikle basılıp basılmayacağı belli değildir. Özellikle Günışığı Kitaplığı gibi, yaptığı her işin arkasında gururla durmak isteyen bir yayıneviyle çalışıyorsanız, önceki kitaplarınızın uzun süredir orada yayımlanmış olması durumunuzu değiştirmez. Herkes gibi dosyanızı yollar ve beklersiniz. Yayınevi kurulu tarafından dosyanız değerlendirilir ve olumlu bulunursa, kitaplaşma süreci başlar. Dosya, editör tarafından mikroskopik denebilecek kadar ayrıntılı bir şekilde incelenir. Sonra dikkat çekmek istediği noktaları işaret ettiği, yorumlar yaptığı metin bana geri gelir. Ben üstünde tekrar çalışırım. Metin çalışmasına paralel olarak kapak arayışı başlar. Kitabın ruhunu en iyi yansıtmayı başaran kapak bulunana değin de sürer. Bu arada editör dosyayı bir kez daha inceler. Gerekiyorsa tekrar bana gönderir. Son düzeltmelerle yayınevine gittiğinde bir okuma daha yapılır ve doğumhaneye, yani baskıya girer. Kitap bitince ne hissediyorsunuz? YA: Rahatlama, hüzün, merak. Basılı şeklini elime alıncaya kadar aramızdaki bağ devam ediyor. Basılmış olarak geldiğindeyse, kahramanlarımı yeryüzündeki yolculuklarına devam etmeleri için özgür bırakıyorum. Ve kitaba yabancılaşıyorum; o artık bana değil okuyuculara ait oluyor. Sanırım, yaratma süreci en zevkli bölüm. Çünkü, kitap basılır basılmaz hemen yeni bir kitabın telaşı ve heyecanıyla dolup taşmaya başlıyorum. Çocuklarla sık sık bir araya gelip, sohbet etme imkânı buluyorsunuz. Sizce günümüz çocuklarının en büyük sorunu ne? YA: Bence en büyük sorunları, dünyanın ve insanın ne olduğunun büyükler tarafından unutulması ve çocuklara da unutturulmasıdır. Küçük anların, küçük tatların, küçük mutlulukların yok sayılması ve onlara da böyle olduğunun öğretilmesi. Hep kocaman bir parça bekliyorlar. O koca parça elde edilmezse, mutlu olunamayacağına inandırılmışlar. Oysa, bekledikleri o koca parça belki hiç gelmeyecek, gelse de büyük bir hayal kırıklığı olacak belki. Çocukların gizem ve maceraya olan düşkünlükleri, kitap okuma alışkanlığı kazanırlarken özellikle önemli oluyor. Siz de bir anne olarak kızınıza okuma alışkanlığı kazandırmaya çalışırken ne gibi deneyimler yaşadınız? YA: Kendiminkinden çok farklı bir süreç değildi. Her çocuk gibi ben de serüven peşindeydim ve o tür kitaplar okumak istiyordum. Kızımla aramızdaki tek fark, benim çocuklar için yazılmış yeteri kadar kitaba sahip olmamamdı. Alamadığımız için değil, çocuklara yönelik yeteri kadar kitap olmadığı için. Günümüzde, yerli ya da çeviri, sayısız çocuk kitabı var. Bu kadar çok seçenek olması büyük bir şans. Edebiyatın günümüz çocukları için anlamı ne olabilir? YA: Ödev! Felaket ve sıkıntı! Konuştuğum birçok çocuk, ödev olarak verilen kitaplar yüzünden kendi istediklerini okumaya fırsat bulamadığından şikâyet ediyor. Fırsat bulacak yaşa geldiklerinde de kitaplardan çoktan vazgeçmiş oluyorlar. Keşke "şu kitap okunacak" yerine, onlara kendi seçimlerini yapma izni verilse. Ya da, hiç olmazsa on kitaplık bir liste sunulsa ve istediklerini kendileri seçseler. Türkiye'deki çocuk edebiyatının durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? YA: Hızlı bir gelişim sürecindeyiz. Kitap ve yazar sayısında anlamlı bir artış var. Yine de bazı olumsuz durumlar halen sürmekte. Örneğin, çocuklara güvenmediği için, öğrenmesi gereken her şeyi çocuğun kafasına kakarak, parmağını gözüne sokarak anlatan kitaplar, kapak resimlerine yeterince özenilmemesi ve çocukların edebi tadı alamayacaklarına dair gizli kalmış yanlış bir düşünce. Ancak, çocukların gerekli elemeyi yaptıklarına ve zamanla
yalnızca onların seçtikleri yapıtların yaşayacağına olan inancım çok güçlü.

http://www.gunisigikitapligi.com/site/Scripts/ongun.html

Temalar
1- Aile
2- Arkadaşlık
3- Barınma
4- Bilimkurgu
5- Cesaret-Özgüven
6- Duygular
7- Engelli Yaşamı
8- Fantastik
9- Farklılık
10-Hayvanlar
11- Kendini Tanıma
12- Matematik
13- Mitoloji
14- Sanat
15- Sevgi
16- Tarih
17- Zaman
http://www.gunisigikitapligi.com/site/Scripts/link/internet.asp


M ü z e l e r


www.enformatik.ankara.edu.tr/muze/index1.htm
Anadolu Medeniyetleri Müzesi-



www.resimheykelmuzesi.org/tr/
İstanbul Resim Heykel Müzesi-



http://www.istanbulmodern.org/
İstanbul Modern Sanatlar Müzesi-



http://www.sadberkhanimmuzesi.org.tr/
Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi-



http://www.kaleicimuseum.org/
Suna-İnan Kıraç Kaleiçi Müzesi Antalya-



muze.sabanciuniv.edu
Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi-



http://www.rmk.museum.org.tr/
Rahmi M. Koç Müzesi-



http://www.obmuze.com/
Osmanlı Bankası Müzesi-



http://www.sanalmuze.org/
Eczacıbaşı Sanal Müzesi-




D Ü N Y A

A r k e o l o j iv eS a n a tM ü z e l e r i


www.museumwnf.org/home.php
Museum With No Frontiers-



www.benaki.gr/index-en.htm
Benaki Museum-



www.lacma.org/
LACMA: Los Angeles Eyalet Sanat Müzesi-



www.sfmoma.org/
San Francisco MOMA-



www.mmk-frankfurt.de/
Museum für Moderne Kunst-



http://www.ludwigmuseum.org/
Museum Ludwig-



www.hamburgerbahnhof.de/
Hamburger Bahnhof- Berlin-



www.guggenheim-bilbao.es/idioma.htm
Guggenheim Bilbao- İspanya-



http://www.centrepompidou.fr/
Centre Pompidou- Paris-



http://www.museevirtuel.ca/
Virtuel Museum of Canada-



http://www.vam.ac.uk/
Victoria and Albert Museum-



http://www.tate.org.uk/
Tate Museum-



http://www.rusmuseum.ru/
The State Russian Museum-



http://www.hermitage.ru/
The State Hermitage Museum-



http://www.smb.spk-berlin-de/
Staatliche Museen zu Berlin-



http://www.guggenheim.org/
Solomon R. Guggenheim Museum-



royalacademy.org.uk
Royal Academy of Arts-



rijksmuseum.nl
Rijksmuseum Amsterdam-



http://www.nga.gov/
National Gallery of Art Washington DC-



http://www.nationalgallery.org.uk/
The National Gallery -



http://www.moma.org/
The Museum of Modern Art-



http://www.mcasandiego.org/
Museum of Contemporary Art San Diego-



http://www.moca.org/
The Museum of Contemporary Art, Los Angeles-



museoprado.mcu.es
Museo Nacional del Prado-



http://www.musee-orsay.fr/
Musee d’Orsay-



http://www.metmuseum.org/
The Metropolitan Museum of Art-



http://www.menil.org/
The Menil Collection-



http://www.mak.at/
MAK-Austrian Museum of Applied Arts-



http://www.louvre.fr/
Louvre Museum-



http://www.kuenstlerhaus.at/
Künstlerhaus-



http://www.khm.at/
Kunsthistorisches Museum Vienna-



http://www.rrz.uni-hamburg.de/
Kunsthalle-



http://www.kah.bonn.de/
Kunst-und Ausstellungshalle der Bundesrepublik Deutschland-



www.getty.edu/museum
J. Paul Getty Museum-



http://www.high.org/
High Museum of Art-



http://www.uffizi.firenze.it/
Galleria degli Uffizi-



http://www.dhm.de/
Deutsches Historiches Museum-



http://www.mcachicago.org/
Chicago Museum of Contemporary Art-



http://www.benaki.gr/
Benaki Museum-



http://www.thebritishmuseum.ac.uk/
The British Museum-



http://www.modernamuseet.se/
Moderna Museet-



http://www.ashmol.ox.ac.uk/
The Ashmolean Museum of Art and Archaeology-




M i m a r l ı kv eT a s a r ı mM ü z e l e r i


www.cmoa.org/
Carnagie Sanat Müzesi-



www.archleague.org/
New York Architectural League-



www.chi-athenaeum.org/about.htm
The Chicago Atheneum: Mimarlık ve Tasarım Müzesi-



www.architekturmuseum.ch/
Basel Mimarlık Müzesi-



www.rafocus.org.uk/architecture/
Royal Academy of Arts - Mimarlık-



www.architecturefoundation.org.uk/
The Architecture Foundation-



www.riba.org/go/RIBA/Home.html
RIBA-



www.aaschool.ac.uk/
Architectural Association and School of Architecture-



www.thelighthouse.co.uk/
The Lighthouse - İskoçya Mimarlık Müzesi-



www.architecturecentre.net/
Architecture Centre Network-



www.berlage-institute.nl/
Berlage Enstitüsü-



www.arkitektur.no/NAM/NAM.html
Hollanda Mimarlık Enstitüsü-



www.arkitektur.no/NAM/NAM.html
Norveç Mimarlık Müzesi-



www.idcn.jp/e/index.html
Nagoya Uluslararası Dizayn Merkezi-



www.muva.it/
Museo Virtuale di Architettura-



www.acmaweb.com/
ACMA - İtalyan Mimarlık Merkezi-



www.arcenreve.com/Pages/pages.htm
Arc en Rêve Mimarlık Merkezi -



www.archi.fr/IFA/
Fransız Mimarlık Enstitüsü-



www.pavillon-arsenal.com/home.php
Pavillon de l'Arsenal-



www.galerie-architecture.fr/flash/index.html
Galerie of Architecture-



www.fondationlecorbusier.asso.fr/fondationlc_us.htm
Le Corbusier Vakfı-



www.cnac-gp.fr/Pompidou/Accueil.nsf/Document/HomePage?OpenDocument&sessionM=1&L=2
The Centre Pompidou-



www.mfa.fi/frontpage
Fin Mimarlık Müzesi-



www.arhitektuurimuuseum.ee/eam/english/index.htm
Estonya Mimarlık Müzesi-



www.macba.es/controller.php
MACBA - Barselona Güncel Sanat Müzesi-



www.cccb.org/eng/cccb.htm
CCCB - Barselona Güncel Kültür Merkezi-



www.dac.dk/
Dansk Arkitektur Center-



mahazu.hazu.hr/ENG/Cro_Mus_Arch.html
Hırvat Mimarlık Müzesi-



dip.mak.at/
MAK - Design Info Pool-



www.kuenstlerhaus.at/home.html
Kunstlerhaus-



www.aneta.at/hdagraz/
Haus der Architektur-



www.weissenhofgalerie.de/
Architekturgalerie am weissenhof-



www.daz.de/
Deutches Architektur Zentrum-



www.amv.arkitera.com/
Arkitera Mimarlık Veritabanı-



www.iuav.it/homepage/ap/
Mimarlık Arşivi Projesi-



www.dardus.info/archivio/index.php
DARDUS Digital Archive of Architecture-



www.nbm.org/
National Building Museum, Washington- ABD-



http://www.aplusd.org/
Architecture and Design Museum (A + D)-



http://www.design-museum.de/
Vitra Design Museum-



http://www.arkitekturmuseet.se/
Swedish Museum of Architecture-



http://www.mfa.fi/
Suomen Rakennustaiteen Museo(Museum of Finnish Architecture)-



ndm.si.edu
Smithsonian Cooper-Hewitt, National Desing Museum-



http://www.moda.mdx.ac.uk/
Museum of Domestic Design-



web.mit.edu/museum
MIT Museum-



http://www.designmuseum.org/
Design Museum-



cca.qc.ca
Canadian Centre for Architecture-



http://www.bauhaus.de/
Bauhaus-archiv Museum für Gestaltung-



http://www.azw.at/
Architekturzentrum Wien-



http://www.architekturmuseum.ch/
Das Architektur Museum in Basel-



http://www.architectureforall.com/
Architecture for All-



http://www.muar.ru/
Schusev State museum of Architecture Moscow-



www.archfoundation.org/octagon
The Octagon Museum-



www.museumsnett.no/arkitekturmuseet
The Norwegian museum of Architecture-



www.muzeji.lv/guide/pages_e/architekturas.html
Latvian Museum of Architecture-



http://www.gardnermuseumarchitecture.org/
The Gardner Museum of Architecture and Design-



dam.inm.de
DAM-Deutsches Architektur Museum-



http://www.chi-athenaeum.org/
The Chicago Athenaeum-



http://www.arkitekturmuseet.se/
Arkitekturmuseet-



www.alvaraalto.fi/museum
The Alvar Aalto Museum-


Elinizin Altında Bulunsun
Anneyiz Biz
Atlas Dergisi
Bedensel Engellilerle Dayanışma Derneği
Bilim Merkezi Vakfı Deneme Bilim Merkezi
Bilim Teknik Çocuk Dergisi
Bulmaca
Bütün Dünya Dergisi
Canteen Dergisi
Çoluk Çocuk Dergisi
Dünya Doğal Yaşam Vakfı
Doğal Hayatı Koruma Derneği
Ebe Sobe Dergisi
Edebiyat Portali
Eğitim Haberleri
Encyclopaedia Britannica
Fen Okulu
İş Bankası Gençlik Portalı
Kan Bankası
Kanal D-Çocuk
Karikatürcüler Derneği
Kitap Dedektifi
Kitap Gazetesi
Kitap Tanıtımı
Kuş Araştırmaları Derneği
Kültür Bakanlığı Çocuk Sitesi
Milli Eğitim Bakanlığı
Mobidik Dergisi
Nasa
National Geographic Society
Ne Var Ne Yok
NTVMSNBC
Olimpiyatlar
Rahmi Koç Sanayi Müzesi
Sabancı Üniversitesi
Show Tv-Çocuk
Sözlük(Türkçe-İngilizce/İngilizce-Türkçe
Şehriye Kültür, Sanat Portalı
Tatilya
Tiyatronline
Tübitak
Uluslararası Eğitimle İlgili Her Şey
Yahooligans


İnternette Dolaşalım
Elinizin Altında Bulunsun
Anneyiz Biz
Atlas Dergisi
Bedensel Engellilerle Dayanışma Derneği
Bilim Merkezi Vakfı Deneme Bilim Merkezi
Bilim Teknik Çocuk Dergisi
Bulmaca
Bütün Dünya Dergisi
Canteen Dergisi
Çoluk Çocuk Dergisi
Dünya Doğal Yaşam Vakfı
Doğal Hayatı Koruma Derneği
Ebe Sobe Dergisi
Edebiyat Portali
Eğitim Haberleri
Encyclopaedia Britannica
Fen Okulu
İş Bankası Gençlik Portalı
Kan Bankası
Kanal D-Çocuk
Karikatürcüler Derneği
Kitap Dedektifi
Kitap Gazetesi
Kitap Tanıtımı
Kuş Araştırmaları Derneği
Kültür Bakanlığı Çocuk Sitesi
Milli Eğitim Bakanlığı
Mobidik Dergisi
Nasa
National Geographic Society
Ne Var Ne Yok
NTVMSNBC
Olimpiyatlar
Rahmi Koç Sanayi Müzesi
Sabancı Üniversitesi
Show Tv-Çocuk
Sözlük(Türkçe-İngilizce/İngilizce-Türkçe
Şehriye Kültür, Sanat Portalı
Tatilya
Tiyatronline
Tübitak
Uluslararası Eğitimle İlgili Her Şey
Yahooligans
Türkiye'den Yayınevleri ve Kitapçı Dükkanları
+1 Kitap
Adam Yayınları
Alfa Basım Yayın Dağıtım
Altın Kitaplar
Ayrıntı Yayınları
Arkadaş Yayınevi
Berfin Yayınları
Beyaz Balina Yayınları
Bilge Kültür Sanat Yayıncılık
Bilgi Yayınevi
Boyut Yayın Grubu
Bu Yayınevi
Can Yayınları
Çınar Yayınları
Epsilon Yayınevi
Everest Yayınları
Evrensel Basım Yayın
İnkılâp Kitabevi
İletişim Yayınevi
İmge Kitapevi Yayınları
İthaki Yayınları
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Kabalcı Yayınevi
Kitap Yayınevi
Kök Yayıncılık
Kuraldışı Eğitim ve Danışmanlık
Mavibulut Yayıncılık
Oğlak Yayınları
Om Yayınevi
Okuyanus Yayınevi
Pandora Kitabevi
Pusula Yayıncılık
Remzi Kitabevi
Say Yayıncılık
Simurg Kitabevi
Tarih Vakfı Yayınları
TÜBİTAK Yayınları
Uçanbalık Yayınları
Varlık Yayınları
YA-PA Yayınları
Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık


http://www.bilgiagaci.k12.tr/galeri/index.html
http://myilmaz.blogcu.com/2495434/ ÖNEMLİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİ

http://www.cocuksevgisi.com/

Eğitici dramayı çocukların her türlü eğitimlerinde kullanılan etkinlik teknikleri olarak açıklayabiliriz. Doç. Dr. Alev Önder’e göre eğitici drama,önceden belirlenmiş açık ve net eğitim amaçları olan,tüm çocukların kendi öğretmenleriyle birlikte,daha çok büyük motor hareketlerle yaptıkları,rol oynama,canlandırma ve tartışmaya dayalı;yetişkin bir lider tarafından başlatılan ve çocuklar tarafından grup oyunu olarak algılanan eğitim etkinlikleri bütünüdür.Eğitici drama çocuğun psikolojik yapı ve yaşantılar konusunda bilinçlenmesini ve yaratıcılık kazanmasını amaçlar.Duyguların tanımlanması,ayırt edilmesi,bireysel ve grup halinde gevşeme,rahatlama amaçlı çalışmalardır.Okul öncesi dönemde çocukların her davranışı yaşayarak öğrenmelerinden yola çıkarak, eğitim etkinliklerinde eğitici dramayı kullanmak, çocukların kendilerini daha iyi ifade etmelerine olanak sağlar, onların kendilerini daha iyi tanımalarını ve ifade özgürlüğünü kolaylaştırır.Bu yazımda sizlere Sayın Hocam Doç. Dr. Alev Önder’in Drama derslerimizde bizlere uygulattığı drama çalışmalarını, sınıfımızda uyguladığımız çalışmaları ve kendi yazdığım çalışmaları aktaracağım. Bu bilgilerden yola çıkarak siz de çocuğunuzla birlikte kendi eğitici drama çalışmalarınızı oluşturabilirsiniz. Bu çalışmalardaki lider öğretmen veya ebeveyn olabilir.Eğitici Drama Etkinliklerine Örnekler:1.Müzik Eşliğinde Farklı Selamlaşmalar:Çocuklar müzik eşliğinde odada serbestçe dolaşırlar. Lider müziği kestiğinde hemen yanındakiyle farklı şekilde selamlaşılır.Tokalaşma,el içlerini birbirine vurma,burnunu birbirine sürtme,ayakları,dizleri,sırtı birbirine dokundurma vs şeklinde olabilir.Drama çalışması bitince değişik selamlaşma çalışmaları beraberce hatırlanır,ne hissedildiği hakkında konuşulur.2.Ayna OlHafif bir müzik açılır ve karşılıklı durulur.Lider ne yaparsa diğeri de aynı hareketi yapmaya çalışır.Belli bir süre sonra lider değiştirilerek çocuğun lider olmasına olanak sağlanır.3. Fırça Nerde?Çocuğa önünde duvar olduğunu varsayması söylenir. “Yanımıza bir kutu kırmızı boya alıyoruz ve ellerimiz fırça olsun. Bu duvarı boyayalım” denir. Çocuk ellerini fırça gibi kullanarak duvarı boyuyor gibi davranır.Sonra fırça temsili olarak yıkanır.”Şimdi de yanımıza sarı boya alıyoruz,bu sefer de ayağımız fırça olsun,kırmızı duvarı sarıya boyayalım” denir.Çocuk bu sefer de ayağını fırça gibi kullanır.Duvarı boyamaya başlar.Sırayla,dizler,dirsekler,sırt,popo gibi vücut bölümleri fırça olarak düşünülür ve duvar her seferinde değişik renge boyanır.Drama çalışması bittiğinde çocuğa en çok hangi fırçayı sevdiği, başka hangi vücut bölümleri fırça olarak kullanılabilineceği ve drama çalışması sırasında neler hissettiği sorulur.4.Sırt sırta DansSırt sırta gelecek şekilde grup olunur ve müzik eşliğinde temas kaybetmeden dans edilmeye çalışılır. Müziğin temposu değişken olursa daha zevkli olur.Drama çalışması sonunda çocuğa ne hissettiği sorulur,hangi tempoda zorlandığı ve hangi tempodan zevk aldığı hakkında görüşleri alınabilir.5.Bir şey TutÇocuğa mavi renkli bir şey tut denir ve çocuk o sırada odada bulunan mavi renkli herhangi bir şeyi tutar. Bu oyun değiştirilerek “kulak tut,başparmak tut,kalem tut,üçgen tut,kare tut” şeklinde değiştirilerek de oynanabilir.6. Köfte Kızartma(Grup oyunu)Çocukların bazıları kıyma bazıları karabiber, tuz, salça, bazıları ekmek içi, bazıları tava, bazıları da yağ olur. Lider olan kişi aşçı rolünde tüm malzemeleri bir araya getirip malzemeleri yoğurur gibi yapar. Çocuklar bu arada birbirine karışır.Sonra köfteleri alıp tavaya koyar yağla birlikte kızartır gibi davranır.Aaa bakın köfteler nasıl ses çıkarıyor der.Çocuklar cızır cızır sesler çıkarırlar.Sonra köfteleri tabağa koyup yemeye başlar.Bu drama örneği az çocukla daha basit bir yemek şeklinde oynanabilir.Örneğin makarna ve tencere,peynir ve ekmek vs gibi.Çocuk makarna,kocaman bir leğen de tencere olabilir.Lider anneyse bazen çocukla rol değişimi de yapmalıdır.Drama çalışması sonunda çocuklara neler hissettikleri sorulur,hangi rolü daha çok beğendikleri sorulur.Yemeği yaparken hangi malzemeleri kullandıkları hatırlanır.7. Mısır Patlatma OyunuBu oyundan önce lider çocukla birlikte mısır patlatırsa oyun daha anlaşılır hale gelir.Lider olan kişi çocuğa mısır olduğunu söyler ve çocuğu ateşin üzerindeki tencereye koyuyor gibi yapar.Lider tencereyi salladıkça mısırlar da sallanır.Biraz zaman geçince ateş hızlanır ve mısır yavaş yavaş patlamaya başlar.Patlayan mısır kendini yere atar.8. Bu Nedir?İçi görünmez bir torbanın içine değişik eşyalar konur ve çocuğun gözünü kapatarak bu torbadan bir eşya seçmesi istenir.Çocuk dokunarak eşyayı bulmaya çalışır.Bildiği zaman gözü açılır ve bu eşyayı başka ne olarak kullanabiliriz diye sorulur.Örneğin eşya bir kalemse bu kalemi diş fırçası olarak kullanabiliriz,dudağımızın üzerine koyarak bıyık yapabiliriz vs gibi.Bu torbanın içindeki eşyalar çıkarılıp halının üzerine konur,çocuğun gözleri bağlanır ve eşyalardan biri çıkarılır.Çocuğun gözleri açılır,hangi eşyanın saklandığı sorulur.9. Ormanda GezintiÇocuğa Ormanda bir gezinti oyunu oynanılacağı söylenir. Önce yatakta uyunuyor gibi yapılır.Saat çalar,erkenden kalkılır.Eller ve yüz yıkanır gibi yapılır.Güzel bir kahvaltı yapılır.Dişler fırçalanır.Yanımıza yiyecek bir şeyler de alalım denir ve yola çıkılır.Odanın içinde yürünmeye başlanır.Dar bir yol,bir dere,tahta bir köprü,yapraklı bir yol,bir dağın etrafı geçilir gibi davranılır.Bir odada oturulup dinlenilir.Getirilen yiyecekler çıkarılır ve yenir gibi yapılır.Sonra gezintiye devam edilir.Akşam olunca eve dönülür.Eller ve yüz yıkanır diş fırçalanır ve iyi geceler dileyip yatılır.Çalışma sonunda ormanda gezintinin hangi kısmının daha fazla sevildiği sorulur, nerelerden geçildiği hatırlanır.Yollardan geçilirken neler hissettiği sorulur.
Hicran KILIÇ
Okul Öncesi Eğitimi ve Çocuk Gelişimi Öğretmeni
Son Güncelleme ( Çarşamba, 09 Mayıs 2007 )




...........................................................................................

Bebekleri dâhi yapabilir miyiz, yapmalı mıyız?



Cuma, 12 Ekim 2007
Kariyere bakış- Yankı Bey, gerek klinik gerekse bilimsel çalışmalarınız çok yoğun, bunu görebiliyoruz. Sizi bu dönemde meşgul eden, üzerine düşündüğünüz meseleler nelerdir? Bizimle paylaşır mısınız?- Psikiyatri ve çocuk psikiyatrisi uzmanıyım. Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde araştırmacılık ve eğitimcilik yapmaktayım. Aynı zamanda klinisyenim. Araştırmalarda, daha çok, “çevre ile biyolojik yapımız arasındaki etkileşim sonucunda, biz nasıl kendimiz oluyoruz?” temel sorusunun cevabına yönelik çalışmalar sürdürüyorum. Tabii, bu sorunun cevabını araştırırken, pek çok yöntem kullanıyorum ve farklı alanlardan meslektaşlarımla işbirliği kuruyorum. Örneğin, çevrenin biyolojik yapımız üzerindeki etkilerini, biyolojik yapımızla çevrenin bir araya gelip kişiliğimizin, davranışlarımızın, hatta duygularımızın şekillenmesinde nasıl bir rol oynadığını araştırmak için moleküler-genetik bilimine yoğun olarak ihtiyaç duyuyorum. Bu araştırmalar için beyin görüntüleme tekniklerinden de faydalanıyorum. Bütün bu teknolojik gelişmelerin psikiyatri alanına iyi uygulanabilmesi için en önemli şey, bireyin özelliklerini (fenotip) doğru tanımlama becerilerimizdir. Düşünme süratini belirleyici nöropsikolojik yöntemlerle, değerlendirmelerle bazı ek belirlemeler yapıyoruz. Bunları daha sonra, belli beyin görüntüleri (örneğin, anterior cingulate alanı) ve belli genetik özellikler (örneğin, dopamin serisi genleri) ile eşliyoruz. Çeşitli hayat olaylarının insanlar üzerindeki etkisini anlayabilmek için: farklı hayat olaylarıyla karşılaşmış ama genetik yapısı birbirine çok benzeyen kişiler üzerinde (örneğin, ikizler) araştırma yürütüyoruz. Maalesef, ülkemizde bilim alanında çalışan pek çok insan gibi, bir parça hobi düzeyinde yürütüyorum bu çalışmaları. Çünkü, bilim yeterince profesyonelleşmiş bir alan değil. Gerek araştırma destekleri, gerekse araştırma desteklerini kullanabileceğimiz akademik ortamlar açısından teşvik edici bir durum yok. Ben de, bilimsel olarak ancak senede birkaç ciddi uluslararası dergide yayın yapabilen bir düzeydeyim. Pek gururlanacak bir halde değilim, yapabildiklerimden memnun da değilim.“Teknolojik gelişmeleri yorumlayacak felsefi bakış açılarından yoksunuz”Moleküler biyolojide, teknolojik alandaki ilerlemelerle büyük sıçramalar yaşanıyor son yıllarda. Sizin çalışmalarınızı düşünecek olursak, 10 yıl öncesiyle şimdi arasında, elinizdeki malzeme açısından büyük farklara, ayrımlara neden olacak bulgulara ulaştınız mı?- Uzmanlaşmalarımın tamamlandığı yıl olan 1995’teki çalışmaları düşünürsem, temel fark olarak tekniklerde süratlenme var, diyebilirim. Aynı anda binlerce genotipleme analizini yapabilme imkânına sahibiz artık. Ya da, beyin görüntüleme tekniklerinde daha iyi, ayrıntılı ve hızlı görüntü elde etmek mümkün. Yalnız, davranış bilimleri alanındaki araştırmalarda aşılamayan bir sorun var: Neyin genetiğini veya neyin beyin görüntüsünü araştırıyoruz biz? Bu konuda çok tartışma var. Medyada sürekli şunun genini bulduk, bunun genini bulduk, şeklinde haberlerle karşılaşsak da, bunların sorunları ve insanların duygu ve davranış durumlarını açıklayıcılığıyla ilgili bir sıkıntı var. Burada bilimsel teknoloji gelişirken, o gelişimin sunduğu verileri kullanabilecek felsefi bir bakış açısının henüz kurulamadığını görüyoruz. Bu gerek ruhsal hastalıkların iyi tanımlanması konusunda (biyolojik temellerinin belirlenmesi dahil) gerekse de hem genetik, hem de beyin görüntüsüyle eşlenebilecek davranışları anlamak açısından önemli. Örneğin beyinde, işaret parmağınızı masaya vururken çalışan bölüm ayrı, sırayla bir işaret parmağınızı bir de orta parmağınızı vururken çalışan bölüm ayrıdır. Bu basit ve mantıksal sonucu gösterebilmek için bile anlayabilmemiz için birkaç yıl çalışmamız gerekti. Bazı konularda, çok basit detayları gözden kaçıran bir bakış açısı var. Felsefi bir yetkinlik geliştirmeksizin araştırma yapmak, sadece teknolojiden yararlanmayı ve tam olarak neyi açıkladığını bilmediğiniz bir bulgu birikimini getiriyor. Ama paradigmalarımızı ilerletmiyor veya dönüştürmüyor. cep telefonu kullanmanın, modernleştiğimiz anlamına gelmemesi gibi. Sadece daha hızlı iletişim kuruyoruz ama iletişimimizin içeriğini zenginleştiremiyoruz. Psikiyatri ve davranış bilimleri alanlarındaki araştırmalarda devamlı bir şu gen bulundu, beynin şu bölgesi şunu yapıyormuş gibi izole bulgular ortaya konuyor; ama bunları bir araya getirici ve bilimi sıçratıcı nitelikteki devrimci görüşler açısından 19. yüzyıldan çok ileride değiliz.- Bilimcilerle yaptığımız söyleşilerde, bahsettiğiniz sorun hep karşımıza çıkıyor. Bilim dallarının çok sayıda alt dallara ayrılması, spesifikleşmiş ve bütünden kopmuş bilim insanlarının birer teknisyen haline gelmesiyle karşı karşıyayız. Gelinen bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?- Mikro-işbölümü dediğimiz durumdan bahsediyorsunuz. Büyük araştırma merkezlerinde, bir yandan da, “Bulguları muayene odasına getirmenin yolları nelerdir?” diye araştırılıyor.Aslında, Hipokrat kendi döneminde insanın mizaç özelliklerini 4 ana gurupta toplamıştı. Biz bugün 8’e (ya da 11’e) ayırıyoruz ama sonuçta onun bölümlemesinden daha açıklayıcı bir sistem getirdik demek kolay değil. Dolayısıyla bazı konularda Hipokrat veya 19. yüzyıldaki bakış açılarındaki köklü radikal değişimlere yetişecek bir açılım, yeni bir bakış açısı henüz doğmadı. Ama bilim teknolojilerindeki değişikliklerin ve bu alanda çalışan öncü nitelikteki kişilerin bu radikal değişiklikleri, sıçramaları bilimsel bakış açısına da getirmeleri gerekiyor ve şimdi bu bekleniyor. Önümüzdeki 15 yıl gibi bir sürede artık sadece yeni genler bulunmayacak. Pek çok kişi, insan genomu ortaya çıktığında insanın sırları çözülecek ve ne kadar çok gen bulunursa o kadar iyi olacak şeklinde düşünüyordu. Ama beklenenden çok daha az sayıda genimiz olduğu anlaşıldı. İşte bu bakış açısı eksikliğinden kaynaklanıyor. Önyargılar ve varsayımların hakim olduğu bir alandan, gözlemin doğurduğu felsefi bakış açısının hakim olduğu bir alana doğru kayıyoruz.- Siz bu gidişatın neresindesiniz?- Ben sürece kenarından köşesinden girmeye çalışanlardanım. Ne yazık ki, hiçbir öncü rolüm yok.Klinik uygulamalar- Hastalarınıza gelecek olursak, hangi tip sorunları tedavi ediyorsunuz? Yoğunlaştığınız sorunlar hangileri?- Çocuklukta başlayan sorunlarla ağırlıkla uğraşıyorum. Bu sorunların bir kısmını çocukluktan sonraki yıllarda ele aldığım çokça oluyor. Gençlik, genç yetişkinlik... Tabii, bu sorunları ortaya çıkartan değişik dönüm noktalarında karşılaşıyorum insanlarla; o dönüm noktası bazen bir ayrılık, bazen çok başarılı olmak, bazen de hayatta yolunu kaybetmek şeklinde olabiliyor.- Bu keskin bir ayrım olmasa gerek, “Bana çocukluğunu anlat” söylemi çok tanıdık geliyor...- Evet, psikolojik özelliklerimizin ve sorunlarımızın çok büyük bir kısmının kaynağını çocukluk ve gençlik döneminde bulabiliriz. Yaşantının beyin gelişimi üzerindeki etkilerinin en belirgin, beyin gelişiminin en coşkulu olduğu bu dönem yaşama tarzımızın temel çizgilerinin ortaya çıktığı dönem....Gelişimsel psikopatoloji deniyor uğraştığım bu alana. Örneğin, düşünce becerilerinin nasıl şekillendiği, problem çözme becerilerinin, muhakemenin ve duyguların büyüme sırasındaki etkileşimine göre bizim dünyayla ilişkimiz, karakter yapımız, genetik olarak taşıdığımız zaafların hastalığa dönüşmesi veya dönüşmemesi gelişimsel psikopatoloji bakış açısıyla araştırılıyor. Ağırlıklı olarak çocuk ve gençlerle çalışıyorum; ülkemizin nüfusunun en kalabalık kesimini oluşturuyorlar ve onların ruh sağlıklarının yerinde olması çok önemli. Ama, örneğin, değişik türde dürtü kontrol sorunları, dikkat sorunları, duygu durum bozuklukları ve iletişimle ilgili sorunlarla da (çocuklukta otizm, yetişkinlerde kendini ifade edememe) uğraşıyorum. Bir de koruyucu danışmanlık yapıyorum. Bu çok da zevkli geliyor bana, çünkü problemler ortaya çıktıktan sonra müdahale etmektense, sorunu önleyici adımlar atmaya çalışmak çok daha faydalı oluyor.- Biraz çocuk hastalarınızdan bahsedebilir miyiz? Çok sayıda anne-babanın çözümünü aradığı bir sorun var diye düşünüyorum: “Çocuklarımızı bilgisayarın başından nasıl kaldıracağız? Neden şimdiki çocuklar sokakta top oynamak yerine bilgisayar başında yalnızlaşmayı seçiyorlar?”. Sizce böyle bir çocukluk, sorunlu bir çocukluk mudur?- Böyle olmak özel bir sorun anlamına gelir mi, bunu yanıtlamak zor. Diğer yandan farklı ruhsal sorunlarla doktorlara başvuran çocuklar arasında, bilgisayarda ve internette oyun oynayanların sayısı çok yüksek. Çocuklar, gençler bilgisayarın değil, oradaki oyunun tutkunu oluyorlar; bunu kaçırmayalım. Tabii ki, oyun oynayıp da sorun yaşamayan pek çok insan var. Dikkatli olup, yanlış genelleyici sonuçlara varmamak gerekiyor. Ama aşikar olan o ki, bazı risk faktörleri taşıyan çocukların, bu tür sosyal hayatı kısıtlayıcı ve tiryakilik yaratıcı nitelikteki faaliyetlerde bulunmaları, sosyal uyumu engelleyici sonuçlar doğurabiliyor. Bize düşen şey risk faktörleri olan durumları belirlemek. Örneğin, konsantrasyon sorunu yaşıyor olmak, sosyal uyum sorunları ve bunun doğuracağı mutsuzluk için bir risk faktörüdür.- Konsantrasyon sorununun sizin literatürünüzdeki karşılığı nedir?- Zor gelen, birazcık zahmet gerektiren durumlarda kolayca pes etmektir. Örneğin, insanlar, kendilerine zahmetli ve zor geldiği için, keyifli olmadığı için okumuyorlar. Ama sadece keyifli olan şeyleri yapmaya eğilimli bir insansanız o zaman ne kadar tiryakilik gerektirecek şey varsa onları yaparsınız.Tabii, yasakçı bir zihniyeti savunmuyorum ama, anne-babaların uyanık olması gerekiyor. Aynı sorun 2 yaşındaki bir çocuğa yemek yedirirken onu televizyon karşısına oturtmaktır. Saatlerce televizyona bakıcılık yaptırıyor bir çok anne-baba... Tabii, istemeyerek de olsa çocuklarının beynini sadece görüntülü, hızlı geçen tipte uyaranlara koşullandırmış oluyorlar. Reel zamandan daha hızlı şekilde cereyan eden klip, reklam, bilgisayar oyunu gibi şeylerin, dikkat süresinin düzenlendiği bilhassa 3 yaş öncesi dönemde, belki şu anda hesaplayamayacağımız kadar, olumsuz etkileri var. Riskleri olan çocuklarda bu etkiler çok daha fazla. Ben 3 yaşın altındaki çocukların hayatlarına, televizyon, bilgisayar oyunu, video oyunu gibi şeylerin sokulmasını çok yanlış buluyorum. Anne-baba diyor ki, “Çocuğumuz televizyondan şarkı öğreniyor, marka öğreniyor, öğrenmesin mi?” Bilmem, tercih meselesi mi desek??Kalıtım bir yazgı değildir!- Riskli çocuklardan bahsediyorsunuz. Nedir bu riskler? Genetik yapıları mı?- Genetik yapımız dikkat-konsantrasyon sorunlarında yüzde 80 belirleyici, ama yüzde 20 de çevresel koşullar etkili. Riski azaltmak için bize düşen çevresel etkenleri iyi kontrol etmektir. Örneğin dikkat sorunu olan bir çocuğu 10-15 kişilik bir sınıfta okutursanız, yeterli ilgiyi gösterirseniz genetik riskini en aza indirmiş olursunuz. Kalp hastalığına yatkındır bir insan ama yaşam koşullarını hastalığa uydurursa hastalanmayabilir. Bunun gibi bir şey. Kalıtımsal faktörü kontrol edebiliriz.İletişim-etkileşim bozuklukları, dil kullanımı, dil gelişimi ile ilgili bozukluklar da kalıtıma dayalıdır. Dil gelişiminin gecikmesi ciddi bir risk faktörüdür çocuk açısından. Çünkü dil zekânın ana aracıdır. Dilimiz olmadan zekâmız gelişemez. Çocuktur gecikir, babası da 5 yaşında konuşmuştu gibi düşünerek çocuğumuza kötülük etmiş oluruz. Mutlaka ciddiye alınmalı ve tedavi edilmeli.- Yani genetik yapımız yazgımız değildir diyebilir miyiz?- Kalıtımsal özelliklerin gücü insanlarda umutsuzluğa neden oluyor. “Ne yani hayatım üzerinde bir etkim yok mu?” diye düşünebiliyor insan. İş pek öyle değil. kalıtımla geçen genler bir sözlük gibidir. Ama o sözlükteki kelimelerle kuracağınız cümleler sizin cümleleriniz olacaktır. Genler kelimelerdir ve sizin yazacağınız paragrafla benimki farklı olacaktır. Dolayısıyla kalıtım bir yazgı değildir. Ama elimizdeki malzemedir. O malzemeden ne çıkacağı bizim yetiştiriliş tarzımızla ve içinde yaşadığımız toplumsal dokunun beklentileri ile belirlenir.- Esas konuşmak istediğimiz konuya geliyoruz sanırım, ebeveynler çocuklarının zekâsını geliştirmek için resimli kartlar, CD görüntüleri, özel oyuncaklar gibi araçlardan yararlanmaya çalışıyorlar. Piyasa zekâ geliştirici olduğunu iddia eden ürünlerle dolu. Sizce zekâ düzeyi bu şekilde artırılabilir mi?- Zekâ geliştirici birtakım görüntüler, CD’ler… Bilmem hangi süper çocuk CD’sini izletirseniz, zekâsı 5 puan artıyor, filanca müzik dinletirseniz 2,5 puan artıyor, oradan 5 buradan da 2,5 puan aldık, ne yapıyoruz biz, çocuğumuzun zekâsını yükseltiyoruz! Bunların hepsi bilimsel görünümlü palavradır. Bu yolla zekânız 3-5 puan artsa ne olur, hiçbir değeri yok. Zekânın bu denli yüceltilmesi, bireyi birey yapan duyguların yadsınmasını, zekânın sadece “uyanıklık” anlamına alınmasını doğuruyor.…- Ama ebeveynler çocukları için bir şeyler yapmış hissediyorlar kendilerini...- Evet, ama kolay ve pek de ihtiyaç olmayan bir şey yapmayı seçiyorlar. Kendileri bir şey yapmıyor, onların yerine bir CD, bir oyun bunu yapmış oluyor. Küçük bir çocuğun ihtiyacı olan tek şey var, anne-babasıyla göz göze, diz dize zaman geçirmek... Başka hiçbir şeye gerek yok, bunu yapmaları yeterli. Çocuğun konuşmayı, anlamayı, sevmeyi ve sevilmeyi öğrenmesi gerekiyor. Bebeğin yapacağı iş bu, sevgiyi de televizyondan ya da bilgisayardan öğretecek halimiz yok. Kendisine dokunan, gözünün içine bakan, onunla zaman geçiren anne-babaya ihtiyacı var. Biz çocuğumuzun gözünün içine bakmıyoruz, onu televizyona baktırıyoruz. Ondan sonra da sosyal yaşamı iyi bir yetişkin olmasını bekliyoruz. Bu mümkün değil ki.- Bir paket program var sanırım, bilgisayar oyunlarıyla, müziğiyle, giyimiyle, bir çocuk tipi yaratılmaya çalışılıyor...- Evet kesinlikle öyle. Benim çocuklarımın “game boyları” (maalesef çevre etkilerine dayanamayıp kendi aldığım) vardı, çöpe attım. 3 yaşında falan da değiller.- Böyle mi davranmak gerekiyor?- Ben böyle yaptım. Çünkü onların birbirleriyle olan ilişkilerinin engellenmesine ve bütün bir günü kapalı bir odada sokaktaki arkadaşlarından uzak geçirdiklerini görmeye gönlüm razı olmadı. Bu durumun yanlış olduğunu kavramak için psikiyatri uzmanı olmaya gerek yok. İnsanın içini dinlemesi yeterli.- Peki çocukla ilişki kurmaya anne karnından başlamak gerek gibi gazete haberleri okuyoruz. Bu ne kadar anlamlı?- Çocuğunuzla konuşun, ona şarkılar söyleyin gibi şeyler söyleniyor. Bunun bir sakıncası yok ama bir numaralı önem annenin hamilelik süresince kendisine çok iyi bakmasıdır. İyi beslenmek, keyfini iyi tutmak bebeği için en önemli şey. Annenin gerginliğinin, mutsuzluğunun bebeğin gelecekteki ruhsal sorunlarını ortaya çıkardığını artık biliyoruz. Beyin asimetrisi üzerine olumsuz etkileri olduğunu da biliyoruz.Anne karnında bebeğe müzik dinletmenin hoş etkileri olabileceği düşünülebilir çünkü, bebekler doğduktan sonra daha önce anne karnındayken duydukları müziği dinlediklerinde bir rahatlık hissediyorlar. Anne karnını hatırlıyorlar belki de. Bu karşı olunacak bir şey değil ama, ben özellikle annenin kendi sağlığına ve moraline çok özenmesi gerektiğini düşünüyorum. Eğer, çocuğuna müzik dinletmek onu rahatlatıyorsa bunu yaptırsın.Tiryakiliğin temelleri bebeklikte atılıyorZekâ kartları konusuna dönecek olursak, bir baba artık, çocuğunun sabahları “günaydın babacığım” demesindense, kartlardaki kareyi ya da reklamlardaki bir markayı tanımasından gurur duyuyor. Hangisi tercih edilir? İnsanın temel ihtiyacı sevmek-sevilmek ve ilişki kurmaktır. Beynimiz bunu yapmak üzere programlanmış. Beynimizin bilgisayar oyunu oynayabilmemiz için çalışan bölümü basit zevkler için programlanmış bölümüdür. Basit zevk, “şimdi yaptım hemen tatmin oldum”, anlamına gelir. “Fast food yerken de aynı bölümü çalıştırıyoruz ve anında doyum alıyoruz. Beynimizin anında doyumla ilgili bölümlerini çalıştırmaya alıştırırsak, ileride tiryakilikle ilgili her türlü sorunu yaşarız. Uyuşturucu, kısa süreli ve yüzeysel ilişkiler, başkalarını istismar etmek, vd. Örneğin bir erkeğin eşini dövmesi; “öfkemi boşalttım rahatladım”, diye açıklanabilir. Ama bu olayın yaşamı ve başkasının yaşamı üzerindeki etkisini kavrayabilmesi için, anında doyumla yetinen bir insan olmaması gerekiyor. Duyguları da boşaltılacak bir yük değil, başkalarıyla alışverişi sağlayacak araçlar olarak görebiliriz. O zaman, sadece kendimizin değil başkasının duygu ve düşüncelerini de hesaba katmayı öğreniyoruz.- Çocuğumuzun küçük yaştan itibaren anında doyumuna yönelik ihtiyaçlarını karşılarsak, “bu türlü bir eğiliminin olmasını sağlamış oluruz” diyebilir miyiz?…- Tabii tam da böyle oluyor. Beyni terbiye edilen bir başka canlı gibi düşünün, nasıl alıştırıyorsanız öyle devam ediyor. Hepimiz alışkanlıklarımızın insanıyız ve onları da küçük yaşta ediniyoruz.Çocuklarımıza düzenli bir ortam sağlamalıyız- Yabancı turistlerle bir aradayken, sanki onların çocukları pek ağlamıyor gibi geldi. Bilmiyorum bu ne kadar objektif bir gözlem. Ama sizce de öyleyse biz nerede hata yapıyoruz? Ne dersiniz?- Evet ağlayan çocuk da, ağzına yemek yedirilen çocuk da göremezsiniz. Bunu çok düzenli olmakla sağlıyorlar. Düzenli olmak şu demektir: ihtiyaçların belli bir düzen içinde karşılanacağı güvenini oluşturmak. Örneğin bebeği emzirirken belirli bir süt düzeniniz varsa ve çocuğunuzun açlığını hesap ederek emziriyorsanız (yani sadece ağladığında değil) bu bebekte zaten beni biraz sonra gelip besleyecekler güvenini kendiliğinden oluşturur.Tabii toplumsal sistemimizde belirsizlik çok başat. Hepimizin hayatında bu böyle. Örneğin randevulaşıyorsunuz birisiyle ama gidiyorsunuz adam ortada yok. Ya da bir pansiyondan yer ayırtıyorsunuz 50 milyona, oraya gittiğinizde tekrar soruyorsunuz emin olmak için çünkü her an herşey değişebilir. Belirsizlik, Türkiye’deki sorunları ciddi şekilde artırıyor diye düşünüyorum. Böyle bir toplum modeli içinde anne-babanın da aile içinde bunu oturtması çok zor oluyor tabii. Örneğin, sofra düzeni pek çok ailede yok. Akşam evde ne yeneceği belli değil. Böyle bir ortamda herkes bulduğunu alıp yiyor. Kendi ihtiyacını sanki hiç bir daha karşılayamayacakmış, son bir fırsatmış gibi karşılama ve acele içinde giderme davranışı doğuyor. Bu da, başkalarını hiçe saymayı getiriyor. Bunların beyinle ne ilgisi var diyebilirsiniz. Davranışlarımız beynimizin nasıl terbiye edildiğiyle ilgilidir. Beynimizde endişe ve korkuyla ilgili sistemler aktifleşir bu tür durumlarda. Belirsizlik, beynimiz açısından tehlike sinyalidir. Böyle bir durumda, beyin, sinyalleri şöyle yorumluyor, “şu an durum tehlikeli, ne yap et, başının çaresine bak”. Bu durumda, “kardeşim ne yiyecek?” diye düşünmeyip, kendi karnınızı doyuruyorsunuz; kırmızı ışıkta durmadan geçebiliyorsunuz, başka birisinin canını yakar mıyım, diye hesaba katmıyorsunuz...Her an ölecek gibi yaşanıyor Türkiye’de, bir gelecek perspektifimiz yok. Bunu ortadan kaldırmanın tek şartı ise, temel ihtiyaçların düzenli karşılandığı bir yaşam. Uykunun, beslenmenin, anne-babayla ilişkinin öngörülebilir bir düzeni olması gerekir. Ben bir çocuksam, bilebilmeliyim ki, akşam babam eve gelir, benimle ilgilenir, sonra gidip rakısını mı içer, ne yaparsa yapar. “Ben hakkıma düşeni alacağım” güvenini çocuğumuza vermeliyiz. Türkiye’nin böyle yaşadığı bir dönem vardı. Tabii ne oldu da değişti bunu analiz etmek için sosyal bilimcilerin görüşlerinden yararlanmak gerekir. Ama psikolojik anlamda bu tür davranış değişikliklerinin çok sık görülmesini, yüksek oranda yaşam koşullarının belirsizliğine bağlayabiliriz. Bir sis var önümüzde.Bu koşullarda çocuğumuzun zekâsını kartlarla, CD’lerle yükseltmeye çalışmak, gerçekleri görememekle ilgilidir, diye düşünüyorum. IQ puanı o lan birisiyle, çocukluğunda özel programlarla IQ puanı 120’ye çıkartılmış birisi arasındaki farkı anlayamayız. Davranış tarzı, başkasına gösterdiği saygı, sorumluluk duygusu farkı yaratır, aradaki 5-10 puanlık fark değil... Ailelerin bunu kaçırmaması gerek.Çocukla zaman geçirmek, konuşmak, onu dinlemek çok önemli. Çocukta insan olmanın avantajını kullandırtacak şey, herşeyi bir etkileşim aracı haline getirmektir. Bunun için en kestirme yol da, onunla birlikte oyun oynamaktır.- Çocukla geçirilen zamanı nasıl tanımlayacağız ve annenin doğumdan sonra ne kadar zaman çocuğuyla birebir ilgilenmesi gerekiyor?- Finlandiya gibi modern ve zengin ülkelerde kadına 2 yıl ücretli doğum izni veriliyor. Bu bir örnek olabilir. Annenin en azından ilk 12 ay çocuğuyla rahat zaman geçirebileceği yasal düzenlemelerin olması gerekiyor.- Peki babalar?- Babalar ayrı bir konu, onu bir başka zaman konuşabiliriz. Annenin iş yükünün azaldığı ve bebeğine konsantre olduğu bir ortamda erkeğin de babalık yapma şansı artıyor. Belki kariyer sahibi pek çok kadın üçüncü ayda işinin başına dönüyor ama doğum izni özgürlüğünü kadına tanımak gerekir. “Kaliteli zaman” gibi bir kavram var şimdi, ayrılan zamanı en iyi şekilde kullanmaktır bu. Ama bildiğimiz bir şey var, çocuklarla blok zamanlar geçirmeliyiz. Bir seferde, hiç ayrılmadan yarım saat geçirmek gibi... Ne zaman kalkıp gideceğinizin belli olması çok önemli. Hiç gitmemenin olmadığını bilmeli çocuk. Ayrılık hayatın parçası ve bunu öğrenme zamanı çocukluktur. Ama ayrılığın belirsiz şekilde olması yani gizlice evden çıkmak çok yanlış. Gidiyorum deyip gitmek ve gitmeyi bir tehdit olarak kullanmamak gerek. Bir şeyin başının sonunun belli olması gerilimi düşürür. Gerilim düşerse zihin daha verimli işler. Tehlike modunda değil, tehlikesizlik modunda işlemeye ve düşünmeye başlar. Halbuki tehlike modunda beynimiz sadece tepki verir. Bu da üretmemizi engeller.Son olarak...“Benim çocuğumun neye ihtiyacı var?” sorulması gereken soru bu. Bu ihtiyaçları karşıladığınız zaman, eğer ek olarak özel bir hastalığı yoksa çocuğun, zekâsı gelişebileceği en iyi noktalara geliyor. “Çocuğumun, benim gösterdiğim kartlara ihtiyacı var ya da süper bebek programını izlemeye ihtiyacı var, benimle zaman geçirmeye ihtiyacı yok, yeter ki o zekâsını geliştirsin” diyorsak, bence, geçmiş olsun...Not: Bilim ve Gelecek Dergisi Ağustos 2005 sayısında yayınlanmıştır.
Son Güncelleme ( Pazartesi, 12 Kasım 2007 ) ÇOCUKSEVGİSİ.COMDAN ALINTIDIR


http://www.nasrettinhoca.org/

NaSreDDinHoCa
DinLeNcE
BeYazBuluT
ÇoCukÇa
AfaCanÇoCuK
EbesObe
ÇoCukVakFı
NeSinVakFı
KaRdeŞiNiSeÇ
BiLgiDünYaSı
BiLimÇocuk
GonCa
CanKarDeş
AlTınÇoCuk
GeZGiNbaLon
SütAdam
Elif'inDünyası
ÇoCuklarİçinOkuma
VelimOlurMusun?
DüşünenÇocuk
Çocuklarİçin
AliM ÇoCuK
BirdirBir
KülTürÇoCuk

http://mobidik.kesfetmekicinbak.com/