5 Aralık 2007 Çarşamba

yazabileceğime inanma gücümü perçinleştiren hoca çalışırsan olur diyen bir insan


Bu yılki Frankfurt Kitap Fuarı"nın en gözde edebiyat dalı polisiyeydi. Rusya bu alandaki yazarlarını dünyaya tanıtmaya çalıştı. Türkiye son beş yılda yeni yazarlara kavuştuğu gibi dünya polisiye literatürüne de katkı yapmaya başladı. Celil Oker, onlardan biri. İki kitabı Almanca"ya çevrildi, bugünlerde de İngilizce çeviri çalışmaları sürmekte. Aslen reklam yazarı olan, bir yarışma vesilesiyle polisiyeye adımını atan Celil Oker"le, reklamdan polisiye yazarlığına geçişteki serüvenini ve tabii oluşturduğu Remzi Ünal polisiyesi üzerine konuştuk. (Bu arada, Remzi kendisinin göbek ismi, Ünal da annesinin kızlık soyadı imiş.)
-Polisiye veya gerilim romanlarının olmazsa olmazlarından biri de kahramanımızın etrafından eksik olmayan kadın figürüdür. Bu, satışı artıran bir sos olarak da düşünülür. Ancak Remzi Ünal beşinci kitapta bir kadınla ancak yemeğe çıkıyor. Bunun sebebi var mı?
Var. Bir tanesi teknik sebep. Story tiplerde, özellikle Mayk Hammer, James Bond gibi özel dedektif karakterlerinde çapkınlık çok temel özellik. Ben başta bunu şekillendirirken bu nihayet bir story tip ama bu kadar olmasın istedim. Çünkü, bazı şeylerin tersini yapmak da yaratıcı fikirler çıkarmanın bir yöntemidir. Daha insani nedeni, çok açık ve iyi formüle ediyorum kafamda. Cinsel birliktelik benim bakış açıma göre son derece ciddi, en temel insani eylemlerden birisidir. Onu polisiye romanda bozuk para etme düşüncesi iki nedenle doğru gelmiyor bana. Bir tanesi, eylemin kendisine hakaret gibi görüyorum. Dünyaya asla sekssist bakma taraftarı değilim. İkincisi o iş işin içine girdiğinde, gerçek duygularının bazılarının ister istemez bu tarafa geleceğini düşünerek, gelmesin istedim. Ve bunun da kanıtı "Son Ceset"in başındaki küçük oyun.
-Reklam yazarlığınızın son yıllarında polisiye yazarlığına "terfi" etmiş durumdasınız. Eski yazarlığınıza nasıl bakıyorsunuz?
Bu "terfi" midir bilmiyorum ama reklam yazarlığı ilhamla ilişkinizin olmadığı bir yazarlıktır. Çünkü, bir kere zamana bağlı bir yazarlık. Yazdığınız işin niteliği bir yana mutlaka yapmalısınızdır. Meslek "Ben bunu yazamam abi" diyen bir reklam yazarını tanımamıştır. Yapmak zorundasın. Çünkü sistemin size bağlı bir sürü unsuru var. 15 yılı aşan reklam yazarlığımda öğrendim ki, çalışırsanız yazabilirsiniz. Çalışmayıp, da gözünüzü odanın bir köşesine dikerek bana fikirler gelsin diye beklerseniz o fikirler gelmez.
-Bu, reklamda böyle. Ya romanda...
Aynı şeyin yaratıcı yazın için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Hakikaten bir beyaz sayfanın karşısına geçer ve çalışırsanız o belge dolar. Yazmak masa başında düşünmektir. "Yazmak çalışmaktır" çok doğru bir söz. Bilgisayarın, daktilonun ya da kağıt-kalemin başındaysan oturup ter dökersin. Çalıştıkça da o sizi götürür. Dolayısıyla, o alışkanlıklarımla, o bakış açımla bu taraftaki işi de hızlı yapabileceğimi düşünüyordum. Belirli ölçülerde bunu yaptım. Son projede işler yolunda gitmedi. (Celil Oker, son kitabının bir yıl gecikmesinin nedenlerini kendinde araştırıyor.)
-Entelektüel tıkanmadan söz etmiyoruz herhalde?
Herhalde değil. Bu işte bir tane temel ölçüt var; o da, ilerledikçe karnınızın üstünde duyduğunuz sızı, ağrı. O işlerin yolunda gitmediğine ilişkin sinyaller veriyordur. Umarım her aşamada, her kitapta, biraz daha ileriye gitmeyi başarma gibi bir isteğin oluşturduğu bir durumdur bu ...
-İlk polisiye kitabınızı yazmaya karar verdiğinizde kırklı yaşların ortalarındaydınız. Küçüklüğünüzden beri ilgileniyordunuz, niye daha önce değil de, emekliliğe yakın bir zamanınızda polisiye yazmaya karar verdiniz?
Birinci şey şu: Ben üniversite yıllarında genç bir insanken, öykü yazarı olmaya çalışan genç bir insanın geçtiği bütün süreçlerinden geçtim. Bu süreçler nedir; çevrenizdekilere okutursunuz, okuttuğunuz insanlar yazmış çizmiş insanlardır ve ilgili yerlere gönderirsiniz. Bütün acı ve ıstırabı yoğun bir şekilde yaşadım. 1980"lerin başında Ankara"da Yarın dergisi çıkardı. Yarın dergisine gönderdiğim öyküler nihayet çıktı. Hayalimdeki şey gerçekleşmiş oldu. O zaman bir gerçekle yüzleştim. Siz öykü yayınladınız diye dünya değişmiyor, aynen duruyor. Bu sanıyorum bir karşılıklı bırakışmaya neden oldu. Edebiyat beni bıraktı, ben edebiyatı bıraktım.
-Dünyanın değişmesi gibi bir umudunuz var mıydı?
Tabii, her yazar yazdıklarıyla hangi ölçüde olursa olsun dünyayı değiştirmeyi amaçlar. Bunu da ister, öyle de olması lazımdır. Buna bir miktar hayat gailesini katın, ben uzun bir süre reklamla uğraştım. Burada önemli bir şey var; siz reklam yaptığınız zaman dünya değişiyor. Az çok, şöyle ya da böyle değişiyor. Siz yazdığınız zaman birtakım telefonlar çalıyor ya da çalmıyor. Ve yıllar geçer, insan belirli bir yaşa gelince kendini gerçekleştirme ihtiyacı duyar. Açılan bir polisiye kitap yarışmasında girdim ve yarışmanın şartı, birinci gelen kitabın basılmasıydı. Böylelikle başlamış oldum.
-Reklam yazarlığı ile roman yazarlığı arasında pek çok ortak şey var. Birisinde çok birisinde az ama her ikisinde para kazanıyorsunuz, şöyle ya da böyle bir değişim meydana getiriyor, her ikisi de "çalışarak" gerçekleşiyor. Ancak reklam yazarlığının şöyle bir sorunu var; o metinleri yazdığınızı birkaç kişi dışında kimse bilmiyor. Roman yazmaya başlama bir tür "bilinme" isteği miydi?
Onu zannetmiyorum. Reklam alanının starı değildim, bu çok açık. Ama yeterince bilindiğimi ve takdir edildiğimi düşünüyorum. Birtakım dergilerde bir şeyler yaptım. Aslında bu ilginç bir kapı. Hemen yok deyip reddetmek yerine düşünmem lâzım. Böyle bir şeyi hiç düşünmemiştim. Belki de söylediğinizde bir gerçek payı vardır.
-Polisiye yazar suçla, cinayetle daha fazla empati kurduğu için işlenen suçlarla ilgili doğru yorum yapma ihtimali daha mı güçlüdür? Üzeyir Garih cinayetinden sonra pek çok polisiye yazar konuyu tartışmıştı televizyonlarda.
Agatha Christie"nin bir sürü kahramanları arasında Adrian Oliver diye bir polisiye yazarı kadın vardır. Bu kadın, bütün vakaların aslının çözdüğünü, Scotland Yard"daki polislerin bu konularda dangalak olduğunu düşünen, gerçek hayattaki olaylara bir polisiye roman yazarının daha iyi yaklaşabileceğini düşünen bir karakter. Ve o romanların gerçeğini görüyoruz ki, Adrian Oliver her seferinde çuvallar. Romanların gerçeği başka türlüdür. Christie"nin elli yıl önce kurguladığı eleştirisinin öznesi ben olmak istemem. Dolayısıyla böyle talepler olduğunda hep geri çevirdim. Bence polisiye roman dediğimiz şeyin gerçekliği ile gerçek hayatın gerçekliği arasında hiçbir alâka yok.
-Polisiyenin daha "edebi" olması uğraşı, polisiyeyi bozar mı?
"Polisiye tadında" demeye başlıyoruz, soyut problemlerimiz çıkıyor. Ne demek polisiye tadında; kolay okunan, hızlı okunan, okuma zevkini sağlayan. Ayrıca "edebiyat tadında" diye bir şey var... O zaman tariflerimizi doğru yapalım. Alanları birbirine karışmasın, daha net olsun. Polisiye romanın edebiyat olup olmadığını kurcalamanın kime yararı var, bence hiçbir yararı yok. Olsa olsa alan geliştirme operasyonunun bir parçası olabilir, bunu da isteyen yapabilir.




yazı alıntıdır
--------------------------------------------------------------------------------

Hiç yorum yok: